Hoşgeldiniz
  HZ-MUHAMMED(S.A.S)
 


    Onun ideali, insanliga hizmetti, yoksa insanligin kendisine hizmeti degildi. O sebepten eline geçeni yemek yedirir, içmez içirir, yönettigi insanlarin mutluluguyla mutlu olurdu.
    Yine adeti üzere bir miktar imkan biriktirmis, çevresine de münadiler göndermisti.
    Sesleniyorlardi Medine sokaklarinda münadiler:
    - Resulüllah mescidin önünde muhtaçlari bekliyor. Miskin derecesinde ihtiyaç sahibi olanlar gelsin, hisselerine düsecek yardimi alsin, kimse mahrum kalmasin!
    Az sonra mescidin önüne muhtaçlar toplanmislardi. Mutluydular. Çünkü kasip kavuran ihtiyaçlarinin hiç olmazsa bir kismini karsilayacak imkana kavusacaklardi.
    Nitekim düsündükleri gibi de oldu. Efendimiz gelenleri söyle bir gözden geçirdikten sonra mevcudu da hesap ederek önünden geçenlere hisselerini veriyor, onlara tebessümle bakarak mutlulugunu da açikça hissettiriyordu.
    Mutluydu. Çünkü O'nun en büyük mutlulugu insana yardim, insana hizmetle meydana geliyordu. Iste o anda da insana hizmette bulunuyor, ihtiyaç sahiplerinin sikintilarini gideriyordu.
    Nihayet elindeki mikan bitti, yardim isteyecek insan da bitti. Demek ki hesap iyi yapilmisti.
    Ne var ki çok sürmedi, ötelerden kan ter içinde kosup gelen bir bedevi görüldü. Adama hem ufkuna bakiyor, hem de nefes nefese kosmaya devam ediyordu. Nihayet geldi, söyle bir nefeslendikten sonra söylendi.
    - Yardim dagittiginizi söylediler onun için nefes nefese kostum; ama yine de yetisemedim! Zaten hep sanssizim ben.
    Çok üzgündü yoksul adam. Anlasilan ihtiyaci da fazlaydi. Böyle bir firsati mutlaka degerlendirme niyetiyle kosmustu; ama yine yetisememisti.
    Sordular:
    - Ihtiyacin çok mu fazlaydi?
    Saymaya basladi yardim alabilseydi neler alacagini.
    Hepsi de zaruri ihtiyaçti. Demekki adamin ihtiyaci siddetliydi. Ama Rasulüllah'in imkani da bitmisti. Elinde avucunda olani tümüyle vermis, geriye tek dirhem bile kalmamisti. Simdi ne olacakti?
    Efendimiz sefkatle bakti bedeviye. Sonra da beklenmeyen teklifini yapti yoksul adama:
    - Üzülme ihtiyaçlarini yine alacaksin. Hem de hiçbirini birakmaksizin!
    - Nasil? Diyerek heyecanlandi yoksul adam. Efendimiz kelimelere basa basa konustu:
    - Simdi buradan kalk, sehrin içine dal, ihtiyaçlarini nerede bulursan al ve aldigin saticilara da de ki:
    - Mal bana ait, parasini ödemek de Resulullah'a! Allah'in Resulü ödeyecektir. Istedigimi verin!
    Resulüllah (sas) böylece verecek parasi olmayinca muhtaçlarin borcunu yükleniyor, bir firsatini bulup da ödeyecegini düsünerek insanina böyle yardimda bulunuyor, insana hizmeti böyle en öne aliyordu.
    Adam sevinçle çarsinin yolunu tuttu. Zihninde neleri alacaginin hesabini yaparak heyecanla gidiyordu.
    Olaya sahit olan Hazreti Ömer, fedekarligin bu kadarina razi olamamis gibiydi.
    Nihayet düsüncesini dile getirmekten kendini alamadi da dedi ki:
    - Ya Resulellah! Sen gücünün yettigiyle mükellefsin, yoktan da vermekle degil. Elinde  olani tümüyle dagittin, geriye bir sey kalmadi. Neden baskalarinin borçlarini da yükleniyor, onlarin ihtiyaçlarini da karsilamak zorunda birakiyorsun kendini? Bu kadari da fazla degil mi?
    Bu sözlerden hiç de memnun olmayan Resulüllah'in yüzündeki tebessümün kayboldugu görüldü. Halbuki o ana kadar çok mutluydu, tebessümü hiç eksik etmemisti.
    Bu defa da masum bir adam söze karisti;
    - Ya Resulallah sen Ömer'e bakma ver, Allah da sana verir, dedi.
    Bu söze memnun olan Resulüllah'in tebessümü tekrar yüzünde belirdi, 'fedekarliga devam et' sözünden memnun oldugu anlasiliyordu.Hz Lût (a.s), Arap yarimadasini puta tapiciliktan alikoymak, ortaksiz ve tek bir Allah'i tanitmaya çagiran ve bu mukaddes yolda büyük basarilar kazanan Hz. Ibrahim'in amcasinin ogludur. Ömrü ve peygamberligi bugün Ürdün devletinin sinirlari içinde bulunan Lût gölü çevresinde geçmistir. Günümüzde tuzlu sularin doldurdugu orta büyüklükte olan su saha, eskiden topraklari oldukça verimli bir vadi idi ve o günün önemli sehirlerini sinesinde barindiriyordu. Bu sehirlerin ikisinin adini bugün de biliyor ve yapilan ilmi kazilar sonunda izlerine rastliyoruz.
    Sehirler; Sezum (Sodom) ve Omore (Gomore) sehirleridir.
    Hz. Lût (a.s) Sezum sehrinde oturuyordu. Simdi size bu çevrenin ve bu çevrede dosdogru Allah yolunun sözcülügünü ve yilmaz mücadelesini yapan Hz. Lût'un son günlerine ait bir hikayeyi kisaca anlatacagiz...
    Insanoglu, yolun dogrusundan bir kere çikmaya görsün; düsmeyecegi sapiklik ve yuvarlanmayacagi uçurum yoktur. Hz. Adem'in oglu Kabil'e yeryüzünün ilk cinayetini, üstelik öz kardesinin canina kiydirmak suretiyle isleten sehvet hirsi, Hz. Lût'un kavmini büsbütün baska ve yüz kizartici bir ahlak düskünlügüne sürüklemistir.
    Bu sonsuz kavim erkek erkege cinsi birlesmeyi (livata) vazgeçilmez, sapikça bir huy haline getirmislerdi. Hz. Lût'un dosdogru yolu temsil eden bir Allah resulü sifatiyla durmak ve yorulmak bilmez bir gayret göstererek yaptigi bütün ikazlar ve verdigi bütün aci-tatli ögütler bu ahlak düskünlerine zerrece bir tesir etmiyordu.
    Nihayet her seyi daha basindan bilen Ulu Allah'in kesin ve degismez hükmünün günü geldi. Hz. Lût'un sapik kavmi, Allah'in baslarina verecegi karsi durulmaz bir felaketle, toptan mahvolacak ve yoklugun karanliklarina gömülecekti. 
    Ulu Allah (c.c) bu kesin kararini bildirmek ve kendisine inanmis birkaç yakini ile birlikte, son günlerini yasayan günahkar sehirden ayrilmasini söylemek üzere Hz. Lût'a günün birinde üç tane melek göndermisti. Melekler; genç ve yakisikli erkek kiligina girerek yeryüzüne inmislerdi.
    Sezum (Sodom) sehrine vardiklarinda dogruca Hz. Lût'un evine yöneldiler. Sehvet sapiklari sehre üç tane genç ve yakisikli delikanlinin geldigini duyunca bir anda yollara dökülerek gelenleri görmek istediler. Meleklerin geçtigi yolun hir iki yani, ahlak düsükleri tarafindan doldurulmustu. Tap taze erkek kiligina girmis meleklere bakarken hepsi sehvet kururganliklari içinde kivraniyor; agizlarindan salyalar akiyordu. Azgin kalabaligin arasinda yollarina devam eden melekler, Peygamber Lût'un evine vardilar. Kudurmus ahlaksizlarin hiçbirisi, ele geçirip azgin sehvetlerini bir anligina tatmin edebilmek için arkalarindan kivrandiklari gençlerin, sehirlerini ve çevrelerini toptan yok etmeyi kararlastiran Allah'in emri ile birlikte gelmis melekler oldugunu bilmiyor ve düsünmüyorlardi.
    Melekler Lût'un evine varinca önce kim olduklarini söylemediler. Arkalarina takilan kalabalik evin kapisina dayanmisti. Anlasilmaz sözlerle bagirisiyorlar ve Hz. Lût'un evine aldigi genç delikanlilari ellerine vermesini istiyorlardi. Hz. Lût (a.s) gelen misafirlerinden utaniyordu ve kapida bagrisan kalabaligin azgin hirslarindan endise ediyordu.
    Bir ara evinin kapisina çikti; kudurmus kalabaliga dündü "ey azginlar, soysuzlar, gelenler benim oldugu kadar kendinize de aziz misafirlerdir; yani hepinizin misafirleridir. Bu kadar da mi insanliginizi unuttunuz? Bir parça olsun kendinize geliniz." diye söze basladi.
    Kalabaliktan homurtulu gülüsmelerin geldigini duyunca "size iki tane genç ve güzel kizimi vereyim. Gözlerinizi bürüyen sehvetinizi onlarla tatmin edin de tek beni misafirlerim karsisinda rezil etmekten vazgeçerek buradan uzaklasin" diye teklifte bulundu.
    Fakat kendinden geçmis kalabalik hiçbir söz dinlememekte ve hiçbir teklife yanasmamaktadir. Evin kapilarini arka arkaya zorluyor ve içerdeki gençleri istiyorlardi.
    Aglamakli bir çehre ile içeriye dönen Hz. Lût'a kapidakilerin israrla istedigi genç misafirler; melek olduklarini, Allah'in emri üzerine geldiklerini bildirdiler ve dediler ki; "Allah'in emri artik kesindir. Yillardan beri söz dinletemedigin bu beyinsiz halkin artik sonu gelmistir. Birkaç saat sonra topuna gökten ates ve ölüm yagacak ve sehirleri ile birlikte yokluga kavusacaklardir. Onlarin baslarina gelmek üzere olan bu felaket, israrla Allah'in emirlerine karsi gelenlere ve Peygamberler'in verdigi ögütlerine arka dönen sapiklara bütün devirler boyunca ibret dersi olacaktir. Allah'in sana emri böyledir:
    Gece olunca sana inananlari ve yakinlarini alacak ve ölüm kokan su lanetlik sehirden habersizce uzaklasacak ve su sapik halki lanetlik akibetleri ile bas basa birakacaksin. Sana bunlari söyleme geldik."
    Allah'in emri üzere Hz. Lût (a.s) ile inanmis yakinlari meleklerin dediklerine uyarak Sodam ve Gomere'yi o gece yarisi, sezdirmeden terkettiler. Sabahin ilk isiklari ile birlikte lanetlik sehirlere ve sapik halkina gökyüzünden görülmemis bir Allah gazabi bosalmaya baslamisti. Ahlaksiz soysuzlar neye ugradiklarini anlayamadilar. Yüce Allah (c.c.) ulu sabrini iyice kötüye kullanarak günden güne daha da azginlasanlara yakici kükürt alevleri ile taslar yagdiriyordu. Bir kaç saniyelik afet ve ölüm saçan bir yagmur sonunda, halkin yekünü ile birlikte bütün sehirlerini ilerdeki insanligin gözleri önüne bir ibret dersinin örnegi olmak üzere harabeye çevirmis ve yerle bir etmisti.

SODOM ve GOMERE'NIN SON GÜNÜ

BU AKSAM HINDISTAN'DA


    Hz. Süleyman'in sarayina kusluk vakti saf bir adam telasla girer. Nöbetçilere, hayati bir mesele için Hz. Süleyman'la görüsecegini söyler ve hemen huzura alinir. Hz. Süleyman (a.s) benzi sararmis, korkudan titreyen adama sorar:
    "Hayrola ne var? Neden böyle korku içindesin?  Derdin nedir? Söyle bana..."
    Adam telas içinde:
    "Bu sabah karsima Azrail (a.s) çikti. Bana hisimla bakti ve hemen uzaklasti. Anladim ki, benim canimi almaya kararli..."
    "Peki ne yapmami istiyorsun?"
    Adam yalvarir:
    "Ey canlar koruyucusu, mazlumlar siginagi Süleyman! Sen her seye muktedirsin. Kurt, kus, dag, tas senin emrinde. Rüzgarina emret de beni buradan ta Hindistan'a iletsin. O zaman Azrail (a.s) belki beni bulamaz. Böylece canimi kurtarmis olurum. Medet senden!"
    Hz. Süleyman, adamin haline acir. Rüzgari çagirir ve:
    "Bu adami hemen al. Hindistan'a birak!" emrini verir. Rüzgar bu... Bir eser, bir kükrer. Adami alir ve bir anda Hindistan'da uzak bir adaya götürür.
    Ögleye dogru Hz. Süleyman, divani toplayarak gelenlerle görüsmeye baslar. Bir de ne görsün, Azrail (a.s.) da toplulugun içine karismis, divanda oturmaktadir. Hemen yanina çagirir:
    "Ey Azrail! Bugün kusluk vakti o adama neden hisimla baktin? Neden o zavalliyi korkuttun?" der. Azrail (a.s) cevap verir:
    "Ey dünyanin ulu sultani! Ben, o adama öfkeyle,hisimla bakmadim. Hayretle baktim. O yanlis anladi. Vehme kapildi. Onu, burada görünce sasirdim. Çünkü Allah (cc) bana emretmisti ki:
    "Haydi git, bu aksam o adamin canini Hindistan'da al!"
    "Ben de bu adamin yüz kanadi olsa, bu aksam Hindistan'da olamaz. Bu nasil istir, diye hayretlere düstüm. Iste ona bakisimin sebebi bu idi."

 

KERPICIN ETKISI

 


    Bir inkarci, alimin birine su üç soruyu sorar:
1- Allah varsa bana göster.
2- Her isi Allah yaratiyor da neden suçlu ceza görür?
3- Seytan atesten yaratildigi halde ona cehennem atesi nasil etki yapabilir?
    Alim bu sorulari sogukkanlilikla dinler. Sonra da yerden bir kerpiç parçasi alip inkarcinin basina vurur. Basi yarilan inkarci solugu mahkemede alir. Hakim, alime sorar:
    - Bunun basina kerpiç vurmussun öyle mi?
    - Bana üç soru sormustu, ben sorularina karsilik kerpici vurdum.
    - Nasil?
    - Anlatayim. Allah varsa bana göster demisti. Basinin agridigini iddia ediyorsa göstersin. Ikinci olarak da her seyi Allah yaratiyorsa suçlu neden ceza görsün dedi. Madem ki niçin beni mahkemeye veriyor. Üçüncü olarak da atesten yaratilan seytana cehennem atesi nasil etki yapar diye sordu. Cevabini aldi. Topraktan yaratilan kendisine, yine topraktan olan kerpiç nasil etki yapiyor?
    Bu cevaplardan sonra alim beraat eder.
 
 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol